Eğer biri çıkıp size şöyle söyleseydi ne düşünürdünüz? “Bir çocuğu izleyerek tüm hayatı anlamak mümkün.” Gülüp geçerdiniz muhtemelen. Şu dünyaya geleli henüz kısacık bir zaman geçmiş, hayata dair neredeyse hiçbir bilgisi ve tecrübesi olmayan bu küçücük canlıdan, insanlığa veya kendime dair ne öğrenebilirim diye düşünebilir insan. Buradan bakınca ütopik hatta. Fakat çocuğun hayatla olan ilişkisini bir de şu açıdan tekrar değerlendirmenizi istesek acaba fikirleriniz değişir miydi?
Çocuklar oyun oynayarak öğrenirler. Tüm ciddiyetimizin, öfkemizin ve hoşnutsuzluğumuzun arasından bu size nasıl duyuluyor: “Oyun oynamak?” Hayatı bir oyun gibi algılamak ve onun içinde bir oyun ciddiyeti ve neşesiyle yer almak acaba nasıl olurdu?
Bir zamanlar çocukken nasıl oyun oynardık, hatırlıyor muyuz? Heyecanımızı, keşfetme duygumuzu, arkadaşlarımızla karşılıklı paylaştığımız hislerimizi, neşemizi ve yoğunluğumuzu hatırlıyor muyuz? Hatırlamıyorsak bile oyun oynayan çocuklara bakmamız yeterli çünkü doğada nesillerdir değişen bir şey yok. Çocuklar ve yetişkinler hiç değişmeyen doğanın bütünsel kurallarına tabi. Bu değişmeyen kurallar bize, günün birinde hatırlamazsak bile mutlaka kendini gösterecek bir yön buluyor. Adına hayat denilen bu oyunu, neşe içinde, bağ ile, özenli ve içtenlikle yaşayabileceğimizi adeta bize fısıldıyor çocuklar.
Bizi onlardan ayıran ne esasen? Onların küçük, bizim büyük oluşumuz desek bu yeterince büyük bir fark sayılmaz çünkü küçük ve büyük olmak sonsuz zamanın içinde kısacık bir an meselesi. Tecrübe desek, orası da meçhul, çünkü kimin hangi durumdan ne gibi bir bilgelikle çıktığı da ölçülemiyor. Hayatın minyon bir şablonu gibi karşımızda tüm gerçekliğiyle duruyorlar.
Oyun içindeki bir oyuncu sorumluluğu bize yaşama dair çok şey hatırlatmalı. Bir çocuğun, oyunun içinde olduğunun farkındalığı ve kurallara olan sadakati müthiş bir bilgi taşır bize. Oyun oynayarak büyür, öğrenir, öğretir ve kendilerini şekillendirirler. Doğadaki herhangi bir gelişim de yine oyunla mümkündür. Bunun için sadece tür olarak insana bakmamıza da gerek yok üstelik.
Yavru hayvanları da izleyince, oyun oynayarak ileride kendilerini nasıl koruyacaklarını ve avlanacaklarını öğrendiklerini görüyoruz. Tıpkı yavru hayvanlar gibi, oyun oynayarak bir çocuğun da kendi özel yeteneklerini keşfedip geliştirmesinin mümkün olduğunu da biliyoruz. Diğer çocukların oyunlarını izleyerek toplumsal kurallara uyum sağlamayı, öteki denilenle ilişkilenmeyi ve yeni oyunla yeni şeyler öğrenmeyi başarırlar.

Çocuk bir kere gözlemleme ve genel sistemi anlama fırsatını ele geçirdiği zaman, ona öğretilen her şeyi, bilim dahil olmak üzere, içsel yapılarına göre hemen ayırır ve düzenler. Biz de onlar gibi hem katılımcı hem de gözlemci olabilmeyi ve bu ikisinin dengesini sağlayabilseydik acaba nasıl olurdu? Hayata dair keskinliğimizi, bu oyun duygusuyla değiş tokuş etmek, denemeye değer bir fikir olabilir.
Bunu becerebileceğimize olan inancımızı korumalıyız çünkü hepimizin içinde yetişkinmiş gibi davranan bir küçük oyuncu var. Ve belki de şimdi yeni bir oyuna geçmek istiyor olabilir bu ufaklık…





