Gelişimim, hareket sistemim, üremem, hatta çevreyi algılamam, neredeyse yapabildiğim her şey, bana DNA yoluyla atalarımdan aktarılmış. Böyle olduğunu söylüyor bilim insanları. O halde, ben henüz donanımsal olarak var olmamışken dahi, işletim sistemim aktifti ve hangi donanımla neleri yapabileceğim, en ince ayrıntısına kadar hesaplanabilirdi. Üzerine çokça kafa yordum. En azından, hangi donanımı edineceğim ve kullanacağım bana bırakılmıştı.
Öyle olduğunu sanıyordum ilk başta. Lakin hangi donanımı kullansam gördüm ki, demo sürüme sahibim. Her zaman durmamı söyleyen birileri ve her an ulaşabileceğim maksimum değerlere dayalı sınırlar çıktı karşıma. Üstüne üstlük, hangi donanımı kullandıysam, zamanla aldığım haz yok oldu. Yalnızca, bıraktığı tatminsizlikler kaldı geride. Ne şekilde ve ne miktarda haz alabileceğim dahi belirlenmiş gibiydi.
Bu tatsız gözlem, uykularımı kaçırdı. Neredeyse her gece, ‘Özgür olduğum nokta nedir?’ diye düşünüp, yorulduğumu dahi hissetmeden, sabahlara kadar yürür hale geldim. Yine böyle, ellerim cebimde, nereye gittiğimi bilmeden, karanlıkta soluk soluğa yürüdüğüm bir geceydi. Gecenin sessizliğini ve ayak seslerimi bastırarak, tersine bir dünya gördüğünü söyleyen o adama rastladım ve özgürlüğü sordum ona. Bana bilmece gibi cevaplar verdi, ”Sus ve izle” diyerek başladı sözlerine, gözlem olmadan anlayamayacağımı söyledi, sonra bildiklerinden biraz bahsetti. Eğilimlerimin benim yaşamım olduğunu ve eğer eğilimlerimin esiri olmak yerine efendisi olmayı öğrenirsem, ahenk içinde bir yaşam süreceğimi söyleyerek, arkasını döndü ve yürümeye başladı.
O uzaklaşırken, söylediklerini anca sindirebilmiştim. Anlamam kısa bir zaman aldı ve anlar anlamaz, arkasından bağırarak seslendim: “İyi de eğilimlerimin efendisi olmayı nasıl öğrenebilirim?”
Arkasını döndü, soğuk ve kararlı bir ses tonuyla ”Bunu sen bulmalısın, bana nasıl bulacağını sorma. Sadece ilk söylediğimi hatırla, sus ve izle. İyi bir gözlemci olursan, eğilimlerinin nereden geldiğini ve onlara nelerin etki ettiğini keşfedeceksin” diyerek, gecenin karanlığında gözden kayboldu.
Ben ise ellerim cebimde, bu tuhaf adamın söylediklerini düşünerek, yürümeye koyuldum. Üstelik kafam daha çok karışmıştı. O sırada yolun köşesindeki restorandan tüten o mis gibi yemek kokusu, bana acıktığımı hissettirdi. Yemek yemek için restorana doğru yöneldim. İlk adımımı atmak üzereydim ki, kafamda bir şimşek çaktı. Aslında yemek yiyeli pek bir zaman geçmemişti, üstelik bir hayli toktum. Hatta kokusunu alana kadar, yemek yemek aklımda bile yoktu. Kokuyu almasam, belki aklıma hiç gelmeyecekti.
Sanırım, o tuhaf adamın kastettiği ilk gözlem noktasını bulmuştum. Duyularım, dış etkenlere bağlı olarak, bende açlık hissi oluşturmuştu ama karnım toktu. Büyük bir bilmece çözmüş gibi sevinçliydim ve hemen o tuhaf adamı bulmak istiyordum. Fakat bir yandan da onun deli olduğunu düşünmeye başlamıştım. Ne yani, aç kalarak mı eğilimlerimin efendisi olacaktım?
Sonrasında, bu tecrübeyi başka nelerde kullanabileceğimi araştırmaya başladım. Acaba duyularım bana, ihtiyacım olmayan neler dayatıyor ve beni neler uğruna esir ediyordu? Keşfetmenin basit bir yolunu buldum ve hemen denemeye koyuldum. Bunun için, eylemlerimi gerçekleştirmeden önce nedenlerini sorgulamam yeterli olacaktı. Ancak bu basit yöntem, benim için en ağır gözleme dönüştü. Fark ettim ki, ihtiyacım olmayan birçok şey yapıyordum ve bunların esiri olmaktan gayet mutluydum.
Geceler, kafamı tırmalayan bu düşünce ve gözlemler eşliğinde geçip giderken, o tuhaf adama yine rastladım. Ben daha bir şey söylemeden, bana neler gözlemlediğimi sordu ve anlatmaya başladım. Üstelik, bu kez hazırlıklıydım. Olanları anlattıktan sonra, konuşmasına izin vermeden sorumu sordum: “Ne yani, 5 duyum muydu beni esir kılan?”
Soruma verdiği cevap, beni tatmin etmişti. Artık, bu adamın deli olmadığına emindim ve onun bahsettiği tersine dünyayı görmek, tek arzum haline geldi.
“Aferin” diyerek başladı bu kez sözlerine ve duyularımın değil, çevremin esiri olduğumu söyledi. Duyuların herkeste aynı işlevi gördüğünü, fakat bu duyularla yapılabilecek şeylerin çevre sayesinde belirlendiğini ekledi ve iddialı ses tonuyla devam etti. Çevre seçiminde özgür olabileceğimi, hatta ve hatta seçtiğim çevrenin ürünü olduğumu söyledi. Daha ileri giderek, kendi gördüğü dünyada renkler olduğunu anlattı bana. İnanmadım, gözlerimle görmeseydim inanmazdım da.
Renklerle tanıştıktan sonra, siyah beyaz filtre içinde ömrünü tüketen herkese, renkli bir dünya gördüğümü söyledim ama alay ettiler benimle. Davet ettim, “Gelin, görün” dedim, zahmet etmediler.
Ben de yeni bir görev edindim kendime; artık sokaklarda sorularıma cevap bulmak için değil, soruları olan insanları bulmak içindi attığım adımlar. O kadar çok adım attım ki, cevap ararken hissetmediğim yorgunluk bütün bedenimi sarmış ve beni adım atamaz hale getirmişti. Son çare kâğıt ve kaleme sığındım, adımlarımın yetişmediği yerlere sözcüklerimle ulaşmayı denedim.
Aslında tek söylemek istediğim: Tersine bir dünya gördüğüm.





